Muhterem Müminler!
Rabbimize karşı kulluğumuzu ifa ederken şu iki duygu çok önemlidir. Bunlar Kur’an-ı Kerimin ifadesiyle havf ve recadır. Havf: Allah’ın azameti karşısında ürperme, korkma; reca ise rızasına, rahmet ve mağfiretine mazhar olmayı ümit etmektir. Yüce Mevla’mız kendisine kulluk ederken bu duygular içinde olmamızı emreder. Kur’an-ı Kerim’de: “Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin”1 buyrularak korku ve ümidin bir arada tutulması öğütlenmektedir. Bu hikmete binaen Hak Teâlâ Peygamberlerini hem müjdeleyici hem de uyarıcı olarak göndermiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahanesi olmasın”2 buyrulmaktadır. Yüce Allah’ın Cebbar, Kahhar, Müntakim sıfatları kalplere korku verirken; Rahim, Rauf, Gaffar Vedüd gibi isimleri de gönülleri ümit ile doldurmaktadır.
Aziz Cemaat!
Allah korkusu, insanın isyanı ve itaatsizliği sebebiyle Allah’ın sevgisinden ve rızasından mahrum kalma, ilahi huzurda hesaba çekilme ve azaba uğrama endişesidir. Allah Teâlâ “Ey kullarım! Bana karşı gelmekten sakının.”3“Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.”4 “Şüphesiz iyiler Naim cennetindedirler. Şüphesiz günahkârlar cehennemdedirler”5 buyurarak bizlere sürekli tedbirli ve ihtiyatlı olmayı emretmektedir. İhtirasların ve nefsanî arzuların dizginlenmesinde, günahların ve her türlü kötü işlerin terk edilmesinde, saygınlık ve itibar kazanmada, gönüllerdeki Allah korkusu en önemli etkendir. Merhum şairimiz bunu şöyle dile getiriyor:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır; Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır. Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdân’ın
1A’raf, 7/56
2 Nisa, 4/165
3Zümer, 39/16
4Nahl, 16/93
5İnfitar, 82/13-14
Ne irfanın kalır te’siri kat’iyyen ne vicdanın.6
Değerli Müminler!
Allah’ın azab ve gazabından korkmamız gerektiği gibi O’nun sonsuz rahmet ve merhametinden de ümit var olmamız imanımızın gereğidir. Fıtrat olarak günah işleme ve hata yapmaya meyilli olan insanın ebedi saadeti ancak Yüce Allah’ın rahmeti sayesinde mümkündür. Rahmeti her şeyi kuşatmış olan Rabbimiz, kullarına karşı engin şefkat ve merhamet sahibidir. Hatadan dönüldüğü ve affı istendiği takdirde kendisine şirk koşulması hariç affetmeyeceği günah, bağışlamayacağı suç yoktur.
Bu hususta Kur’an-ı Kerim de şöyle buyrulmaktadır : “De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”7 Peygamber Efendimiz (s.a.v) de Allah’ın kullarına olan şefkatinin bir annenin çocuğuna olan şefkatinden daha fazla olduğunu müjdelemektedir.8 Rahmeti gazabını geçmiş olan Rabbimiz kendisinden af dileyenler hakkında şu müjdeyi vermektedir: “Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonrada Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı çok merhamet edici bulur.”9
Muhterem Müslümanlar!
Havf ve recada, ifrat ve tefritten de uzak durmalıyız. Aşırı korku kişiyi ümitsizliğe düşürür. Aklı ve mizacı bozar, meşru istek ve arzuları bile köreltir. Reca’nın fazlasında ise ihmal ve atalet vardır. İsyan edip itaatten uzaklaşarak Allah’ın rahmeti umulamaz. Bu hususta şu hadisi şerif ne güzel örnektir: “Ölmek üzere olan bir gence Efendimiz (s.a.v): ‘Kendini nasıl buluyorsun’ diye sordu? Ey Allah’ın Resulü, Allah’ın rahmetinden ümidim var ancak günahlarımdan da korkuyorum” dedi. Bu cevap üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulu umduğuna nail korktuğundan emin kılar”10buyurdular. Hutbemi Sevgili Peygamberimizin bir duası ile bitiriyorum. “Allah’ım! Bize, günahla aramıza engel olacak kadar korkudan hisse, bizi cennete ulaştıracak kadar itaatinden hisse nasip eyle”11
TÜM İLLERİN CUMA HUTBELERİ VE VAAZLARI
6 Eylül 2013 Cuma
13.09.13 TARİHLİ ELAZIĞ CUMA HUTBESİ GELECEK HAFTA
NAFİLE İBADETLER VE ÖNEMİ
Farzlar, hepimizin yerine getirmesi gereken belli kuralları ve zamanı olan ibadetlerdir. Nafileler ise, Allah’a karşı sevgimizi, saygımızı ve O’na olan bağlılığımızı daha da artıran, -riyadan uzak- Rabbimizin rızasını kazanmamızı kolaylaştıran ibadetlerdir.
Değerli Müminler!Nafile ibadetler, Rabbimizle bağımızın güçlenmesini sağlar. Kutsi bir hadiste Peygamberimiz (sav) Allah-u Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu ifade etmektedir: “…Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, daha sevimli bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilaveten işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.” [2] Bizi yaratan ve bizi bizden daha iyi tanıyan Rabbimiz bizleri affetmek, günahlarımızı bağışlamak için bizlerden bir gayret bekliyor. Bizler Rabbimize yaklaşmak için nafilelerle O’na yönelirsek O da bizlere rahmetiyle karşılık verecektir. O’nun rahmetinden ümidimizi kesmeden O’nun istediği adımları atalım. Diğer bir kutsi hadiste Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kulum bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşınca ben ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek geldiği zaman, ben ona koşarak varırım.” [3]
Bununla beraber bol bol nafile ibadetler yaparak kulluk şuurumuzu canlı tutalım.
O’na olan yakınlığımızı farz ibadetlerin yanında yaptığımız nafilelerle perçinleyelim
06.09.13 İLMİN VE ALİMİN DEĞERİ Elazığ cuma hutbesi
Muhterem Müslümanlar!
Dinimiz
okumaya, araştırmaya ve ilme büyük önem vermiş ve bizlerden daima iyi yolda
çalışmayı istemiştir. Aynı zamanda bu okumanın usulünü de bize ilk inen
ayetlerde şöyle öğretmiştir: “Yaratan
Rabbinin adıyla oku, O, insanı bir alakadan(aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku
insana bilmediklerini ve kalemle yazmayı öğreten Rabbin, en büyük kerem(lütuf)
sahibidir.” (1)
Bilgiyi elde etmek, insanı ve toplumu geliştirip güçlü hale
getirmektedir.
Manevi ve maddi alanda ilerlemenin ve kalkınmanın yolunun
ilim tahsilinden geçtiğini çok açık bir şekilde görmekteyiz. Bu husus günümüz
dünyasındaki gelişmeler karşısında daha iyi anlaşılmaktadır. Nitekim
teknolojide, fende ve ekonomik alanda ilerlemiş milletlerin bilgiyi elde etme
ve üretmede de önde geldiğini biliyoruz.
Değerli Müslümanlar!
İslam’da insanın
en yüce mertebeye ulaşabilmesi için faydalı ilim öğrenmek ve öğretmek ibadet
olarak kabul edilmiştir. Bilginin insanı yücelteceği, Kur’an-ı Kerim’de şöyle
ifade edilmektedir. “Allah içinizden
inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.”(2), “Hiç (gerçeği) bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(3), “Biz insanlara misaller veriyoruz. Bunu ancak ilim sahibi olanlar (tam
olarak) kavrayabilirler.”(4),
“...Kulları içerisinde ancak bilenler
Allah’a karşı derin saygı duyar…”(5) Peygamber Efendimiz(sav)’in: “Kim ilim
tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu
kolaylaştırmıştır.”
(6) “Âlimler
Peygamberlerin varisleridir.”(7) “Alimin abide(ibadet edene) karşı üstünlüğü ayın diğer
yıldızlara olan üstünlüğü gibidir.”(8) bir kısım hadislerinde
de ilmin ve alimin ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Atının
ayağından padişahın kaftanına sıçrayan çamuru temizlemeye çalışan Şeyh’ül-İslâm
İbn-i Kemal’e: “Dokunmayın! Bir alimin atının ayağından sıçrayan çamuru
kaftanımda taşımak benim için şereflerin en büyüğüdür.” diyen Yavuz Sultan
Han’ın bu asil davranışı ilim adamına ve ilme verilen değerin bariz bir örneği
değil midir?
Değerli Müminler!
O halde ilmin
ve âlimin kıymetini bilelim. Her işimizde ilmi, doğru ve faydalı bilgiyi rehber
edinelim. İyi bilelim ki insan ve toplum ancak gerçeği gösteren ilimle yükselir
ve payidar olur. Gerek ferdi ve gerekse toplumsal düzeyde ilme giden yolları
açma ve ilmin önündeki engelleri kaldırma gayreti içinde olalım. Hem kendimizin
hem de kız olsun erkek olsun çocuklarımızın ve gençlerimizin ilim öğrenmeleri
için bütün imkânlarımızı seferber edelim. Aydınlık yarınların, bugünden imanlı,
bilgili, erdemli, donanımlı ve saygılı nesillerin yetiştirilmesine bağlı
olduğunu unutmayalım.
Muhterem Müslümanlar!
İlmin de bir gayesi vardır. Hutbeme Yunus Emremizin şu özel
sözleriyle son veriyorum:
İlim
ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir;
Sen kendin bilmezsin,
Ya nice okumaktır.
Okumaktan murat ne?
Kişi Hak'kı bilmektir,
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru ekmektir.
Yunus der ki ey hoca!
İstersen var bin hacca,
Hepsinden iyice,
Bir gönüle girmektir.
KAYNAK
1- Alak, 1-5
2- el-Mücadele 58/11
3- Zümer, 39/9
4- Ankebut, 29/43
5- el-Fatır, 35/28
6- Müslim, “Zikr” 39
7- Ebu Davud, “İlim” 1
8- Tirmizi, “İlim” 19
Yasin Sungur
Hanevleri Köyü İmam Hatibi
İlim kendin bilmektir;
Sen kendin bilmezsin,
Ya nice okumaktır.
Okumaktan murat ne?
Kişi Hak'kı bilmektir,
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru ekmektir.
Yunus der ki ey hoca!
İstersen var bin hacca,
Hepsinden iyice,
Bir gönüle girmektir.
30 Ağustos 2013 Cuma
06.09.2013 KUR’AN ÖĞRETİMİ VE ÇOCUKLARIMIZ İSTANBUL
TARİH : 06.09.2013
İL : İSTANBUL
KONU : KUR’AN ÖĞRETİMİ VE ÇOCUKLARIMIZ
Muhterem Müslümanlar!
Allah Resulü (s.a.s): “Çocukları üç hususta
yetiştirin; Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt
sevgisi ve Kur’an okutulması. Çünkü
Kur’an hafızları hiçbir gölgenin
bulunmadığı kıyamet günü,
Peygamberlerle, salihlerle beraber Allah’ın
arşının gölgesindedirler” 1
buyurmaktadır.
Bu hadis-i şerifte belirtilen tavsiyeler,
çocuklarımızın eğitimi için rehberimiz
olmalıdır. Peygamber sevgisi, içerisinde Allah
inancı, Allah korkusu, salih ameller,
kötülüklerden uzak durma hassasiyeti,
sorumluluk bilinci ve örnek insan sıfatlarını
barındırır. Resulüllah’a sevgi ile bağlanmış
bir gönül, Kur’an-ı Kerim’in rehberliğinde
dünya ve ahiret saadetinin teminatı olur. Bu
duygularla büyütülen nesiller, insanlık için
huzur kaynağı; ana-baba için de dünya ve
ahiret kazancıdır. Bunun da yolu Kur’an
eğitiminden geçer.
Değerli Kardeşlerim!
Unutmayalım ki, çocukların ilk eğitildiği yer
ailedir. Öğretmenleri de anne ve babalarıdır.
Küçük yaşlardan itibaren verilecek olan
eğitim, çocuklarda kalıcı ve etkili olur.
Çocuğun eğitim ve öğretiminde başarılı
olmak için, ebeveynin tavrı ve davranışı
fevkalade önemlidir. Aile fertleri bizzat
eğitimin içinde yer almalı, kenarda durup
sadece direktiflerle yetinmemelidir. Geride
bırakacağımız en güzel miras, Kur’an
okuyacak, arkamızdan içtenlikle dua edecek,
1 Münavi, Feyzü’l-Kadir, 1/225
gözümüzün nuru yavrularımızdır. O halde
dünyada mutlu olmaları, ahirette de Allah’ın
huzurunda mahcup olmamaları için, Kur’an
eğitimine de önem vermeliyiz. Zira Allah
Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de: “Ey İman edenler!
kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve
taşlar olan ateşten koruyun” 2
buyurarak
bizleri uyarmaktadır. Öğretirken ve eğitirken,
kırmadan, incitmeden, nefret ettirmeden,
şiddetten uzak; onların seviyelerine uygun bir
şekilde davranmamız gerekir. Çocuklarımızı
ailenin yanında bu eğitimi veren yerlere
gönderelim. Nitekim okullarımızda seçmeli
ders olarak konulan Kur’an-ı Kerim ve siyer
dersini bir imkan olarak değerlendirip, onları
yönlendirelim.
Sevgili Müminler!
Efendimiz (s.a.s): “Sizin en hayırlınız
Kur’an-ı öğrenen ve öğreteninizdir”
buyurmaktadır. Bugün hamdolsun ki camiler
ve Kur’an Kursları gibi hayırlı hizmetleri
sunan güzel mekânlarımız vardır. Bu nimetin
kıymetini bilip, fırsatları değerlendirmeliyiz.
Çocuklarımız camilere neşe içinde gelirken,
cemaat olarak onları hoş karşılamalı,
ürkütecek, uzaklaştıracak her türlü söz ve
davranıştan sakınmalı, anlayışlı ve hoşgörülü
olmalıyız. Bilmeliyiz ki, bugün camiden
uzaklaştırılan çocuk, nefret ettiren için vebal,
toplum için sorun olur. Onlar bizim
geleceğimiz, yarının camilerini dolduracak
cemaatlerdir. Hutbemi Yüce kitabımızın bir
müjdesi ile bitiriyorum: Şüphesiz, Allah’ın
kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve
kendilerine rızık olarak verdiğimiz
şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda
harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir
ticaret umabilirler.
İstanbul Müftülüğü Hutbe Komisyonu
2 Tahrim, 66/6
3 Buhari, Fezailu’l-Kur’an, 21
4 Fatır, 35/29
İL : İSTANBUL
KONU : KUR’AN ÖĞRETİMİ VE ÇOCUKLARIMIZ
Muhterem Müslümanlar!
Allah Resulü (s.a.s): “Çocukları üç hususta
yetiştirin; Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt
sevgisi ve Kur’an okutulması. Çünkü
Kur’an hafızları hiçbir gölgenin
bulunmadığı kıyamet günü,
Peygamberlerle, salihlerle beraber Allah’ın
arşının gölgesindedirler” 1
buyurmaktadır.
Bu hadis-i şerifte belirtilen tavsiyeler,
çocuklarımızın eğitimi için rehberimiz
olmalıdır. Peygamber sevgisi, içerisinde Allah
inancı, Allah korkusu, salih ameller,
kötülüklerden uzak durma hassasiyeti,
sorumluluk bilinci ve örnek insan sıfatlarını
barındırır. Resulüllah’a sevgi ile bağlanmış
bir gönül, Kur’an-ı Kerim’in rehberliğinde
dünya ve ahiret saadetinin teminatı olur. Bu
duygularla büyütülen nesiller, insanlık için
huzur kaynağı; ana-baba için de dünya ve
ahiret kazancıdır. Bunun da yolu Kur’an
eğitiminden geçer.
Değerli Kardeşlerim!
Unutmayalım ki, çocukların ilk eğitildiği yer
ailedir. Öğretmenleri de anne ve babalarıdır.
Küçük yaşlardan itibaren verilecek olan
eğitim, çocuklarda kalıcı ve etkili olur.
Çocuğun eğitim ve öğretiminde başarılı
olmak için, ebeveynin tavrı ve davranışı
fevkalade önemlidir. Aile fertleri bizzat
eğitimin içinde yer almalı, kenarda durup
sadece direktiflerle yetinmemelidir. Geride
bırakacağımız en güzel miras, Kur’an
okuyacak, arkamızdan içtenlikle dua edecek,
1 Münavi, Feyzü’l-Kadir, 1/225
gözümüzün nuru yavrularımızdır. O halde
dünyada mutlu olmaları, ahirette de Allah’ın
huzurunda mahcup olmamaları için, Kur’an
eğitimine de önem vermeliyiz. Zira Allah
Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de: “Ey İman edenler!
kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve
taşlar olan ateşten koruyun” 2
buyurarak
bizleri uyarmaktadır. Öğretirken ve eğitirken,
kırmadan, incitmeden, nefret ettirmeden,
şiddetten uzak; onların seviyelerine uygun bir
şekilde davranmamız gerekir. Çocuklarımızı
ailenin yanında bu eğitimi veren yerlere
gönderelim. Nitekim okullarımızda seçmeli
ders olarak konulan Kur’an-ı Kerim ve siyer
dersini bir imkan olarak değerlendirip, onları
yönlendirelim.
Sevgili Müminler!
Efendimiz (s.a.s): “Sizin en hayırlınız
Kur’an-ı öğrenen ve öğreteninizdir”
buyurmaktadır. Bugün hamdolsun ki camiler
ve Kur’an Kursları gibi hayırlı hizmetleri
sunan güzel mekânlarımız vardır. Bu nimetin
kıymetini bilip, fırsatları değerlendirmeliyiz.
Çocuklarımız camilere neşe içinde gelirken,
cemaat olarak onları hoş karşılamalı,
ürkütecek, uzaklaştıracak her türlü söz ve
davranıştan sakınmalı, anlayışlı ve hoşgörülü
olmalıyız. Bilmeliyiz ki, bugün camiden
uzaklaştırılan çocuk, nefret ettiren için vebal,
toplum için sorun olur. Onlar bizim
geleceğimiz, yarının camilerini dolduracak
cemaatlerdir. Hutbemi Yüce kitabımızın bir
müjdesi ile bitiriyorum: Şüphesiz, Allah’ın
kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve
kendilerine rızık olarak verdiğimiz
şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda
harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir
ticaret umabilirler.
İstanbul Müftülüğü Hutbe Komisyonu
2 Tahrim, 66/6
3 Buhari, Fezailu’l-Kur’an, 21
4 Fatır, 35/29
ZAFERLER ALLAH’TANDIR.
İLİ : GENEL
TARİHİ: 30.08.2013
ZAFERLER ALLAH’TANDIR.
Muhterem Müminler,
Okuduğum sure-i celîlede Rabbimiz: “Allah’ın zaferi ve
fetih geldiğinde ve de insanların bölük bölük Allah’ın
dinine girdiklerini gördüğünde, Rabbine hamd ederek
tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O,
tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 1-3) buyuruyor.
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (sas):
“Kim Allah’ın dini en üstün olsun diye savaşırsa o Allah
yolundadır.” (Buhari Cihad 15) buyuruyor.
Kardeşlerim,
Bugün bu toprakların fetih gününü idrak ediyoruz.
Zaferlerin gölgesinde nefesleniyoruz. Bugün Ağustos
sıcağında kanını huzur için aktan şehitlerimizi, alın terini
barış için döken gazilerimizi hatırlıyoruz.
Her yıl gelen Ağustos ayında millet olarak bizler, 26
Ağustos 1071 tarihinde Anadolu’nun kapılarını İslâm’a
açan Malazgirt Meydan Muharebesini, 30 Ağustos 1922
tarihinde Anadolu’nun kapılarını düşmanlara kapatan
Başkomutanlık Meydan Muharebesini ve diğer
zaferlerimizi hatırlarız. Tarihimize gider, ondan aldığımız
güçle bugünümüzü ve geleceğimizi inşa ederiz. Bizi
başarılı kılan, zaferlere ulaştıran ruh ve manayı anlamaya
çalışır; bundan yüksek bir şuur elde etmeye gayret ederiz.
Zaferler ayında biz müminlere düşen, zaferlerle övünmek
değil; bu zaferlerin nasıl elde edildiğini; zaferlerin
arkasındaki yüksek inanç ve ruhu iyi anlamaktır. Bugün de
aynı iman ve teslimiyete sahip olup olmadığımızın
muhasebesini yapmaktır.
Değerli müminler,
İslam coğrafyasının bugünlerde maruz kaldığı zulüm,
zorbalık, haksızlık ve kötülükler, zaferlerimizi ve bu
zaferlerin arkasındaki ruhu yeniden anlamaya olan
ihtiyacımızı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Unutmayalım ki ecdadımıza bu yüksek ruhu kazandıran
“din-i mübin-i İslâm” dır. Onlar i’la-yı kelimetullah uğruna
yaşamışlardır. Allah adı en yüce olsun diye mücadele
vermişlerdir. Yeryüzünde hak, hakikat, adalet, hukuk,
ahlak, barış ve huzur egemen olsun diye çaba
sarfetmişlerdir. İslâm’ın barış ve esenlik dini olduğunu
bütün dünyaya göstermişlerdir. Mazlumların sığınağı,
zalimlerin korkulu rüyası olmuşlardır. Şehadet arzusunu
hiçbir zaman yüreklerinden eksik etmemişlerdir. Din,
iman, millet, vatan ve mukaddesat uğruna gerektiğinde
candan ve canandan vazgeçmeyi göze almışlardır. “Allah,
müminlerden, mallarını ve canlarını cennet karşılığında
satın almıştır”1
ayeti gereğince hareket etmişlerdir.
Asıl zafer, insanın gönlünü kazanmaktır. Asıl fetih, bir
kalbi hakikate açmaktır. Zafer, egemen olma hırsına
kapılmadan güzelliği herkesin avucuna bırakabilmektir.
Fetih, insan iradesini incitmeden, baskı ve zorlama
yapmadan, imanın ve İslâm’ın gönüllere teklif edilmesidir.
Zaferlerin arkasında hep aynı ruh vardır. Bedir’de de aynı
1 Tevbe 111
ruh vardır, Malazgirt’te de... Mekke’nin Fethinde de aynı
ruh vardır Çanakkale Zaferinde de... İstanbul’un Fethinde
de aynı ruh vardır, Kurtuluş Savaşında da… İşte bu ruh,
İstiklal şairimizin, “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı
duvar / Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var /
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar /
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?”
dizelerinde ifade ettiği fetih ruhunun ta kendisidir.
Aziz Müminler,
Ancak kuvvetli iman sahibi olanlar büyük zaferlere
erişebilirler. “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye
kapılmayın. Eğer inanmışsanız üstün gelecek olanlar
sizlersiniz” (Al-i İmran 139) “Allah’a ve Resûlüne itaat
edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve
gücünüz, devletiniz elden gider.” (Enfal 46) ayet-i
kerimelerinin farkında olanlar zaferlere koşabilirler.
Zaferin olmazsa olmaz şartı, hakiki iman, salih amel ve
güzel ahlaktır. Bugünün Müslümanları en çok da bunlara
muhtaçtır. Birlik ve beraberliğe, ilim ve irfana, fazilet ve
erdeme muhtaçtır. Evet, Müslümanlar son iki asırdır
zaferlere susamıştır. Ancak başarı ve zafer Allah’tandır.
Allah’ın yardımıyladır. Yardım ise beklemekle gelmez.
Müslümanlar, Allah’ın yardımını celbedecek bir halet-i
ruhiye içinde olmalıdırlar. Allah’ın yardımının gelmesi için
gayret göstermelidirler. Tıpkı Resulullah Efendimizin
örneklik ve rehberliğinde Mekke döneminde olduğu gibi
müminler, nefislerini, kalplerini ve zihinlerini terbiye
etmelidirler. İmanlarını güçlendirmelidirler. İbadetlerini
halisane yapmalıdırlar. Ahlaklarını güzelleştirmelidirler.
Ruhen ve bedenen zafere hazır olmalıdırlar. Sonrasında da
Allah’a tevekkül edip neticeyi yine O’ndan
beklemelidirler.
Aziz müminler,
Hutbemin başında okuduğum surede Rabbimiz, her fetih
ve zaferden sonra biz müminlerden Rabbimizi hamd
ederek tesbih etmemizi ve O’na tevbe ve istiğfarda
bulunmamızı emrediyor.
Çünkü insanoğlu zaferlerden sonra günaha sürüklenebilir.
Başarılardan sonra nefsine yenik düşebilir. Bu başarıları
verenin, bu zaferleri nasip edenin Allah olduğunu
unutuverir de nefsine pay çıkarmaya kalkışır. Nefsine pay
çıkarır da haktan, hakikatten, adaletten ve hukuktan ayrılır.
Fazilet ve erdemleri terkeder. Bu sebeple Peygamber
Efendimiz bu sure indikten sonra “Sübhanallahi ve
bihamdihi, estağfirullah ve etûbü ileyh” duasını çokça
yapmaya başlamıştır.
Kardeşlerim,
Tarih boyunca bizlere zaferler kazandıran bütün
büyüklerimizi, ecdadımızı, aziz şehitlerimizi ve
gazilerimizi rahmet ve şükranla yâd ediyoruz.
Hutbeme Rabbimizin Kerim Kitabımızda bizlere öğrettiği
şu dua ile son vermek istiyorum:
“Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki
taşkınlıklarımızı bağışla! Ayaklarımızı dinin üzere sabit
kıl! Ve Kâfirler güruhuna karşı bize yardım et, bize zafer
ihsan eyle!”
Diyanet İşleri Başkanlığı
ORJİNALİ İÇİN BURAYI TIKLATIN
TARİHİ: 30.08.2013
ZAFERLER ALLAH’TANDIR.
Muhterem Müminler,
Okuduğum sure-i celîlede Rabbimiz: “Allah’ın zaferi ve
fetih geldiğinde ve de insanların bölük bölük Allah’ın
dinine girdiklerini gördüğünde, Rabbine hamd ederek
tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O,
tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 1-3) buyuruyor.
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (sas):
“Kim Allah’ın dini en üstün olsun diye savaşırsa o Allah
yolundadır.” (Buhari Cihad 15) buyuruyor.
Kardeşlerim,
Bugün bu toprakların fetih gününü idrak ediyoruz.
Zaferlerin gölgesinde nefesleniyoruz. Bugün Ağustos
sıcağında kanını huzur için aktan şehitlerimizi, alın terini
barış için döken gazilerimizi hatırlıyoruz.
Her yıl gelen Ağustos ayında millet olarak bizler, 26
Ağustos 1071 tarihinde Anadolu’nun kapılarını İslâm’a
açan Malazgirt Meydan Muharebesini, 30 Ağustos 1922
tarihinde Anadolu’nun kapılarını düşmanlara kapatan
Başkomutanlık Meydan Muharebesini ve diğer
zaferlerimizi hatırlarız. Tarihimize gider, ondan aldığımız
güçle bugünümüzü ve geleceğimizi inşa ederiz. Bizi
başarılı kılan, zaferlere ulaştıran ruh ve manayı anlamaya
çalışır; bundan yüksek bir şuur elde etmeye gayret ederiz.
Zaferler ayında biz müminlere düşen, zaferlerle övünmek
değil; bu zaferlerin nasıl elde edildiğini; zaferlerin
arkasındaki yüksek inanç ve ruhu iyi anlamaktır. Bugün de
aynı iman ve teslimiyete sahip olup olmadığımızın
muhasebesini yapmaktır.
Değerli müminler,
İslam coğrafyasının bugünlerde maruz kaldığı zulüm,
zorbalık, haksızlık ve kötülükler, zaferlerimizi ve bu
zaferlerin arkasındaki ruhu yeniden anlamaya olan
ihtiyacımızı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Unutmayalım ki ecdadımıza bu yüksek ruhu kazandıran
“din-i mübin-i İslâm” dır. Onlar i’la-yı kelimetullah uğruna
yaşamışlardır. Allah adı en yüce olsun diye mücadele
vermişlerdir. Yeryüzünde hak, hakikat, adalet, hukuk,
ahlak, barış ve huzur egemen olsun diye çaba
sarfetmişlerdir. İslâm’ın barış ve esenlik dini olduğunu
bütün dünyaya göstermişlerdir. Mazlumların sığınağı,
zalimlerin korkulu rüyası olmuşlardır. Şehadet arzusunu
hiçbir zaman yüreklerinden eksik etmemişlerdir. Din,
iman, millet, vatan ve mukaddesat uğruna gerektiğinde
candan ve canandan vazgeçmeyi göze almışlardır. “Allah,
müminlerden, mallarını ve canlarını cennet karşılığında
satın almıştır”1
ayeti gereğince hareket etmişlerdir.
Asıl zafer, insanın gönlünü kazanmaktır. Asıl fetih, bir
kalbi hakikate açmaktır. Zafer, egemen olma hırsına
kapılmadan güzelliği herkesin avucuna bırakabilmektir.
Fetih, insan iradesini incitmeden, baskı ve zorlama
yapmadan, imanın ve İslâm’ın gönüllere teklif edilmesidir.
Zaferlerin arkasında hep aynı ruh vardır. Bedir’de de aynı
1 Tevbe 111
ruh vardır, Malazgirt’te de... Mekke’nin Fethinde de aynı
ruh vardır Çanakkale Zaferinde de... İstanbul’un Fethinde
de aynı ruh vardır, Kurtuluş Savaşında da… İşte bu ruh,
İstiklal şairimizin, “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı
duvar / Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var /
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar /
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?”
dizelerinde ifade ettiği fetih ruhunun ta kendisidir.
Aziz Müminler,
Ancak kuvvetli iman sahibi olanlar büyük zaferlere
erişebilirler. “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye
kapılmayın. Eğer inanmışsanız üstün gelecek olanlar
sizlersiniz” (Al-i İmran 139) “Allah’a ve Resûlüne itaat
edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve
gücünüz, devletiniz elden gider.” (Enfal 46) ayet-i
kerimelerinin farkında olanlar zaferlere koşabilirler.
Zaferin olmazsa olmaz şartı, hakiki iman, salih amel ve
güzel ahlaktır. Bugünün Müslümanları en çok da bunlara
muhtaçtır. Birlik ve beraberliğe, ilim ve irfana, fazilet ve
erdeme muhtaçtır. Evet, Müslümanlar son iki asırdır
zaferlere susamıştır. Ancak başarı ve zafer Allah’tandır.
Allah’ın yardımıyladır. Yardım ise beklemekle gelmez.
Müslümanlar, Allah’ın yardımını celbedecek bir halet-i
ruhiye içinde olmalıdırlar. Allah’ın yardımının gelmesi için
gayret göstermelidirler. Tıpkı Resulullah Efendimizin
örneklik ve rehberliğinde Mekke döneminde olduğu gibi
müminler, nefislerini, kalplerini ve zihinlerini terbiye
etmelidirler. İmanlarını güçlendirmelidirler. İbadetlerini
halisane yapmalıdırlar. Ahlaklarını güzelleştirmelidirler.
Ruhen ve bedenen zafere hazır olmalıdırlar. Sonrasında da
Allah’a tevekkül edip neticeyi yine O’ndan
beklemelidirler.
Aziz müminler,
Hutbemin başında okuduğum surede Rabbimiz, her fetih
ve zaferden sonra biz müminlerden Rabbimizi hamd
ederek tesbih etmemizi ve O’na tevbe ve istiğfarda
bulunmamızı emrediyor.
Çünkü insanoğlu zaferlerden sonra günaha sürüklenebilir.
Başarılardan sonra nefsine yenik düşebilir. Bu başarıları
verenin, bu zaferleri nasip edenin Allah olduğunu
unutuverir de nefsine pay çıkarmaya kalkışır. Nefsine pay
çıkarır da haktan, hakikatten, adaletten ve hukuktan ayrılır.
Fazilet ve erdemleri terkeder. Bu sebeple Peygamber
Efendimiz bu sure indikten sonra “Sübhanallahi ve
bihamdihi, estağfirullah ve etûbü ileyh” duasını çokça
yapmaya başlamıştır.
Kardeşlerim,
Tarih boyunca bizlere zaferler kazandıran bütün
büyüklerimizi, ecdadımızı, aziz şehitlerimizi ve
gazilerimizi rahmet ve şükranla yâd ediyoruz.
Hutbeme Rabbimizin Kerim Kitabımızda bizlere öğrettiği
şu dua ile son vermek istiyorum:
“Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki
taşkınlıklarımızı bağışla! Ayaklarımızı dinin üzere sabit
kıl! Ve Kâfirler güruhuna karşı bize yardım et, bize zafer
ihsan eyle!”
Diyanet İşleri Başkanlığı
ORJİNALİ İÇİN BURAYI TIKLATIN
23 Ağustos 2013 Cuma
İNSANIN KATLİ, İNSANLIĞIN KATLİDİR
Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ : İSTANBUL
TARİHİ: 23.08.2013
İNSANIN KATLİ, İNSANLIĞIN KATLİDİR
Muhterem Kardeşlerim,
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz: “Kim, bir cana
kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan
bir insanı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş
gibidir.” (Mâide, 5/32) buyuruyor. Bir başka ayette de
Rabbimiz: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası,
içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş,
lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”
(Nisâ, 4/93) buyuruyor.
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (sas):
“Allah katında dünyanın yok olması, bir Müslümanın
öldürülmesinden daha hafiftir.” (Tirmizî, Diyât, 7)
buyuruyor.
Kardeşlerim,
Kur’an-ı Kerim’in ve Sevgili Peygamberimizin bu mesaj
ve uyarılarına rağmen ne yazık ki öldürme ve katletme
günahına bugün en çok İslâm coğrafyasında şahit
olmaktayız. Bütün dinler öldürmeyi lanetlerken, cana
kıymayı en büyük cürüm ilan ederken yine de bütün
dinlerin mensupları kendilerine öldürmek için bahaneler
bulmuşlardır. Ne yazık ki bu biz Müslümanlar için de
böyle olmuştur. Bir çiçeğe, bir karıncaya, bir kediye bile
şefkat ve merhametle emredilen Müslümanlar dahi
öldürmek için bahaneler uydurdular. Bu sebeple bugün
İslâm coğrafyasının hemen her tarafında kan ve gözyaşı
akmaya devam ediyor. Gün geçmiyor ki bir kan ve gözyaşı
haberi duymayalım. Saltanat ve hükümranlık ihtirası, güç
ve iktidar tutkusu, baskı, zorbalık ve zulüm, şiddet, terör ve
çatışma, ölüm, öldürme ve katliam hadiseleri her tarafta
dehşet saçıyor. Yüreklerimiz kan ağlıyor. Yangınlarla
kasıp kavruluyoruz. Dua etmekten başka bir şey gelmiyor
elimizden. Yere düşen her damla kan, mazlumun gözünden
dökülen her damla gözyaşı, zihin ve gönül dünyamızı
param parça ediyor. Duygularımız köreliyor. Hislerimiz
ölüyor. Aklımız tutuluyor. İnsanlığımızdan utanıyoruz.
Aziz müminler,
Yeryüzünde ilk cinayeti, Âdem aleyhisselamın oğlu Kabil
işledi. Hem de yanı başımızda Şam’da, Dımeşk’ta Kasyun
tepesinde. Kabil’in, kardeşi Habil’i öldürdüğü günden
bugüne Kabil’in yolunu takip edenler hiç azalmadı. Hep
aynı suç işlendi. Hep aynı günahla kirlendi insanlık.
Katiller ve zalimler hiçbir zaman kana doymadılar. Hep en
temel insan hakkı olan hayat hakkına kastettiler. Sürekli
cana kıydılar. Kadın, bebek, çocuk, yaşlı demeden
mazlumları ve masumları katlettiler. Vahşetleriyle dünyayı
kan gölüne çevirdiler. Sadece geçtiğimiz yüzyıl boyunca
milyonlarca insan katledildi. İnsanlık, iki büyük dünya
savaşı gördü. Nice işgaller, nice sürgünler, nice katliamlar
yaşandı. İnsanlar, ne yazık ki kardeş olduklarını, Hz. Âdem
ile Hz. Havva’nın çocukları olduklarını, canı verenin de
alanın da Allah olduğunu unuttular. İnsan insanın kurdudur
anlayışına yenik düştüler. Rabbimizin bahşettiği akıl
nimetini, teknolojiyi, ilmi, fenni daha fazla can alabilmek
ve toplu bir şekilde kitleleri imha edebilmek için fırsat
bildiler. Biyolojik, kimyasal ve nükleer her türlü silahı
ürettiler. Acımasızca bu silahları kullandılar. Silah
tüccarları, silah satabilmek için nice çatışmalar çıkarttı.
Nice düşmanlıklar üretti. Irkçılık uğruna nice hayatlar
soldu. Sömürgecilik uğruna nice canlar yok oldu. İşgallerle
nice hayatlar son buldu. Saltanat ve hükümranlık uğruna
nice masum insanların üzerine kurşun yağdırıldı.
Dizginlenemeyen ihtiraslar, kin ve nefret yüzünden nice
katliamlar yaşandı. Terör sebebiyle nice anaların yürekleri
dağlandı. Töreler uğruna nice ocaklar söndü. Kan
davalarında nice aileler yok oldu. Mafyalar haksız yere
nice canlara kıydı. Nice büyük insanlar faili meçhul
cinayetlerle katledildi. Yeryüzünde hep can pazarı yaşandı.
Evet, kardeşlerim, bugün de dünyamızda bir can pazarı
yaşanıyor. Bir yanda kana susamış Kabiller, diğer yanda
masum Habiller… Ancak unutmayalım ki onların yanında
“Öldürmeyeceksin!” diye emreden Musalar, cana kıymayı
yasaklayan İsalar da var. Masum bir insanı öldürmenin
bütün insanlığı öldürmeye eşdeğer olduğunu duyuran İslam
Peygamberi var. Bir insanı yaşatmanın bütün bir insanlığa
can vermek olduğunu müjdeleyen, insanları öldürmekle
değil, yaşatmakla mükellef kılan dinimiz var. Yaşatmak,
ağlayanın gözünün yaşını silmektir. Aç olanı doyurmak,
susuzları suya kandırmak, olmayana vermektir. Düşene el
uzatmaktır yaşatmak. İnsanların haliyle hâllenmek,
derdiyle dertlenmek, yaralarına merhem olmaktır.
Mazlumların yanında yer almak, zalimin zulmüne karşı
koymaktır. Şüphesiz insan, öldürerek değil, yaşattıkça
insanlığının farkına varır.
Değerli müminler,
Hepimiz, can taşıyan her varlığa merhamet etmekle
sorumluyuz. Bizler, Merhametlilerin en merhametlisinin
kuluyuz. Bizler, hayvanlara dahi merhameti cennete
girmeye vesile sayan bir peygamberin ümmetiyiz. Dinimiz
insanın arkasından konuşmayı bile yasaklamışken,
müslümanım diyen müslümanı/insanı arkasından nasıl
vurabilir? Onun üzerine nasıl kurşun yağdırabilir? Canına
nasıl kastedebilir? Ellerine en mukaddes varlığın kanını
nasıl bulaştırabilir? Akan kanlara, yanan yüreklere,
dünyanın dört bir yanından yükselen mazlumların âhına
nasıl sessiz kalabilir? Bu ağır yükü taşımaya nasıl cesaret
gösterebilir? Bu günaha nasıl ortak olabilir?
Değerli müminler,
Bizler, yapılan zerre kadar iyiliğin de kötülüğün de
karşılıksız kalmayacağı ahiret gününe inanan müminleriz.
İnanıyoruz ki, insanları öldürenler de muhakkak bir gün
ölümü tadacaklardır. Habillerle birlikte Kabiller de huzura
varıp hesap vereceklerdir. İşte o günün şiddetinden bu
mübarek günde bu mübarek mekânda bizler Rabbimize
sığınıyoruz. O’na el açıp diyoruz ki, “Rabbimiz bizleri
İslâm’ı doğru anlayıp doğru yaşayanlardan eyle. Bizleri
öldürenlerden değil, yaşatanlardan eyle, can alanlardan
değil, cana can katanlardan eyle. Bizleri birbirimize can
yoldaşı eyle. Bizleri insanlığını unutanlardan değil, insanca
yaşayanlardan eyle, şu anda dünyanın çeşitli yerlerinde
yaşama savaşı veren kardeşlerimize rahmetinle, nusretinle
muamele eyle. Şu mübarek vaktin hürmetine dualarımızı kabul
eyle.”
ORJİNALİ İÇİN BURAYI TIKLA...
İLİ : İSTANBUL
TARİHİ: 23.08.2013
İNSANIN KATLİ, İNSANLIĞIN KATLİDİR
Muhterem Kardeşlerim,
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz: “Kim, bir cana
kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan
bir insanı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş
gibidir.” (Mâide, 5/32) buyuruyor. Bir başka ayette de
Rabbimiz: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası,
içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş,
lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”
(Nisâ, 4/93) buyuruyor.
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (sas):
“Allah katında dünyanın yok olması, bir Müslümanın
öldürülmesinden daha hafiftir.” (Tirmizî, Diyât, 7)
buyuruyor.
Kardeşlerim,
Kur’an-ı Kerim’in ve Sevgili Peygamberimizin bu mesaj
ve uyarılarına rağmen ne yazık ki öldürme ve katletme
günahına bugün en çok İslâm coğrafyasında şahit
olmaktayız. Bütün dinler öldürmeyi lanetlerken, cana
kıymayı en büyük cürüm ilan ederken yine de bütün
dinlerin mensupları kendilerine öldürmek için bahaneler
bulmuşlardır. Ne yazık ki bu biz Müslümanlar için de
böyle olmuştur. Bir çiçeğe, bir karıncaya, bir kediye bile
şefkat ve merhametle emredilen Müslümanlar dahi
öldürmek için bahaneler uydurdular. Bu sebeple bugün
İslâm coğrafyasının hemen her tarafında kan ve gözyaşı
akmaya devam ediyor. Gün geçmiyor ki bir kan ve gözyaşı
haberi duymayalım. Saltanat ve hükümranlık ihtirası, güç
ve iktidar tutkusu, baskı, zorbalık ve zulüm, şiddet, terör ve
çatışma, ölüm, öldürme ve katliam hadiseleri her tarafta
dehşet saçıyor. Yüreklerimiz kan ağlıyor. Yangınlarla
kasıp kavruluyoruz. Dua etmekten başka bir şey gelmiyor
elimizden. Yere düşen her damla kan, mazlumun gözünden
dökülen her damla gözyaşı, zihin ve gönül dünyamızı
param parça ediyor. Duygularımız köreliyor. Hislerimiz
ölüyor. Aklımız tutuluyor. İnsanlığımızdan utanıyoruz.
Aziz müminler,
Yeryüzünde ilk cinayeti, Âdem aleyhisselamın oğlu Kabil
işledi. Hem de yanı başımızda Şam’da, Dımeşk’ta Kasyun
tepesinde. Kabil’in, kardeşi Habil’i öldürdüğü günden
bugüne Kabil’in yolunu takip edenler hiç azalmadı. Hep
aynı suç işlendi. Hep aynı günahla kirlendi insanlık.
Katiller ve zalimler hiçbir zaman kana doymadılar. Hep en
temel insan hakkı olan hayat hakkına kastettiler. Sürekli
cana kıydılar. Kadın, bebek, çocuk, yaşlı demeden
mazlumları ve masumları katlettiler. Vahşetleriyle dünyayı
kan gölüne çevirdiler. Sadece geçtiğimiz yüzyıl boyunca
milyonlarca insan katledildi. İnsanlık, iki büyük dünya
savaşı gördü. Nice işgaller, nice sürgünler, nice katliamlar
yaşandı. İnsanlar, ne yazık ki kardeş olduklarını, Hz. Âdem
ile Hz. Havva’nın çocukları olduklarını, canı verenin de
alanın da Allah olduğunu unuttular. İnsan insanın kurdudur
anlayışına yenik düştüler. Rabbimizin bahşettiği akıl
nimetini, teknolojiyi, ilmi, fenni daha fazla can alabilmek
ve toplu bir şekilde kitleleri imha edebilmek için fırsat
bildiler. Biyolojik, kimyasal ve nükleer her türlü silahı
ürettiler. Acımasızca bu silahları kullandılar. Silah
tüccarları, silah satabilmek için nice çatışmalar çıkarttı.
Nice düşmanlıklar üretti. Irkçılık uğruna nice hayatlar
soldu. Sömürgecilik uğruna nice canlar yok oldu. İşgallerle
nice hayatlar son buldu. Saltanat ve hükümranlık uğruna
nice masum insanların üzerine kurşun yağdırıldı.
Dizginlenemeyen ihtiraslar, kin ve nefret yüzünden nice
katliamlar yaşandı. Terör sebebiyle nice anaların yürekleri
dağlandı. Töreler uğruna nice ocaklar söndü. Kan
davalarında nice aileler yok oldu. Mafyalar haksız yere
nice canlara kıydı. Nice büyük insanlar faili meçhul
cinayetlerle katledildi. Yeryüzünde hep can pazarı yaşandı.
Evet, kardeşlerim, bugün de dünyamızda bir can pazarı
yaşanıyor. Bir yanda kana susamış Kabiller, diğer yanda
masum Habiller… Ancak unutmayalım ki onların yanında
“Öldürmeyeceksin!” diye emreden Musalar, cana kıymayı
yasaklayan İsalar da var. Masum bir insanı öldürmenin
bütün insanlığı öldürmeye eşdeğer olduğunu duyuran İslam
Peygamberi var. Bir insanı yaşatmanın bütün bir insanlığa
can vermek olduğunu müjdeleyen, insanları öldürmekle
değil, yaşatmakla mükellef kılan dinimiz var. Yaşatmak,
ağlayanın gözünün yaşını silmektir. Aç olanı doyurmak,
susuzları suya kandırmak, olmayana vermektir. Düşene el
uzatmaktır yaşatmak. İnsanların haliyle hâllenmek,
derdiyle dertlenmek, yaralarına merhem olmaktır.
Mazlumların yanında yer almak, zalimin zulmüne karşı
koymaktır. Şüphesiz insan, öldürerek değil, yaşattıkça
insanlığının farkına varır.
Değerli müminler,
Hepimiz, can taşıyan her varlığa merhamet etmekle
sorumluyuz. Bizler, Merhametlilerin en merhametlisinin
kuluyuz. Bizler, hayvanlara dahi merhameti cennete
girmeye vesile sayan bir peygamberin ümmetiyiz. Dinimiz
insanın arkasından konuşmayı bile yasaklamışken,
müslümanım diyen müslümanı/insanı arkasından nasıl
vurabilir? Onun üzerine nasıl kurşun yağdırabilir? Canına
nasıl kastedebilir? Ellerine en mukaddes varlığın kanını
nasıl bulaştırabilir? Akan kanlara, yanan yüreklere,
dünyanın dört bir yanından yükselen mazlumların âhına
nasıl sessiz kalabilir? Bu ağır yükü taşımaya nasıl cesaret
gösterebilir? Bu günaha nasıl ortak olabilir?
Değerli müminler,
Bizler, yapılan zerre kadar iyiliğin de kötülüğün de
karşılıksız kalmayacağı ahiret gününe inanan müminleriz.
İnanıyoruz ki, insanları öldürenler de muhakkak bir gün
ölümü tadacaklardır. Habillerle birlikte Kabiller de huzura
varıp hesap vereceklerdir. İşte o günün şiddetinden bu
mübarek günde bu mübarek mekânda bizler Rabbimize
sığınıyoruz. O’na el açıp diyoruz ki, “Rabbimiz bizleri
İslâm’ı doğru anlayıp doğru yaşayanlardan eyle. Bizleri
öldürenlerden değil, yaşatanlardan eyle, can alanlardan
değil, cana can katanlardan eyle. Bizleri birbirimize can
yoldaşı eyle. Bizleri insanlığını unutanlardan değil, insanca
yaşayanlardan eyle, şu anda dünyanın çeşitli yerlerinde
yaşama savaşı veren kardeşlerimize rahmetinle, nusretinle
muamele eyle. Şu mübarek vaktin hürmetine dualarımızı kabul
eyle.”
ORJİNALİ İÇİN BURAYI TIKLA...
16 Ağustos 2013 Cuma
MAZLUMUN AHI, TİTRETİR ARŞ-I RAHMAN’I
İLİ : İSTANBUL
TARİHİ: 16/08/2013
MAZLUMUN AHI, TİTRETİR ARŞ-I RAHMAN’I
Muhterem Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz,
“Zulmedenlere asla meyletmeyin, yoksa size de ateş
dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra
size yardım da edilmez.”1 buyuruyor.
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber
Efendimiz (s.a.s), “Zulüm, kıyâmet günü (sahibini
saran) karanlıklar (olacak)tır”
2 buyuruyor.
Kardeşlerim!
Kur’an-ı Kerim’in en çok üzerinde durduğu
kötülüklerden biridir zulüm. Bütün peygamberlerin tevhid
mücadelesi, aynı zamanda insanların onurunu, izzetini,
şerefini ve haysiyetini ayaklar altına alan her türlü baskı ve
zulmü ortadan kaldırmaya yönelik olmuştur.
Zulüm, haddi aşmaktır. Hak ve hukuk
tanımazlıktır. Adaletsizliktir, haksızlıktır. İnsanı insan
yerine koymamaktır. İnsan haklarını, kul hakkını en büyük
ihlaldir. Bu sebeple zulüm, hem bu dünyada hem de
ahirette cezası şiddetli olan büyük bir günahtır. Zalimler
asla kurtuluşa eremeyecektir. Onlar, kıyamet gününde
karanlıklar içinde kalacaklardır. Yollarını
bulamayacaklardır. Çünkü zalimler, dünyada zulmettikleri
insanların hayatlarını karartmışlardır. Onlara dünyayı
zindan etmişlerdir. Mazlumların beddualarını almışlardır.
Şimdi hesap gününde karşılaştıkları zor ve çetin manzara,
mazlumlara yaptıklarının kendi başlarına gelmesinden
başka bir şey değildir. “Zulm ile âbâd olanın ahiri berbad
olur” sözüyle “Alma mazlumun ahını çıkar âheste âheste”
sözü tam da bunu ifade etmektedir.
Zulme yardımcı olanlar ise, Sevgili
Peygamberimizin ifadesiyle Allah’ın gazabına
uğrayacaklardır. Allah, zalimlere yardım edenlerle ahirette
asla görüşmeyecektir. Onlar, yardım ettikleri zalimlerle
beraberdir. Zulme sessiz kalanlara, zulmü görmezden
gelenlere de merhamet edilmeyecektir. Çünkü merhamet
etmeyene merhamet edilmez. Düşünce ve davranışta
zalimlere meyletmek zulümle; hainlere ortak olmak
ihanetle; suçlulara arka çıkmak cürmün kendisi ile
eşdeğerdir. Zalimler karşısında hakkı söylemek en büyük
cihattır. Zalimin zulmünü önlemek hem bu dünyada hem
de ahirette kurtuluşun ta kendisidir.
Kardeşlerim!
Yüzümüzü İslâm dünyasına çevirdiğimizde ne
yazık ki birçok yerde zulmün kara bulutlarını görmekteyiz.
Mazlum kardeşlerimizin feryâd-ü figanlarını işitmekteyiz.
Hem geçtiğimiz mübarek Ramazan ayında hem de
Ramazan Bayramının hemen ardından bu hafta boyunca
Mısır’da binlerce insan katledildi. Bir insanlık suçu işlendi.
Bu acı hadise, hepimizi derinden yaraladı. Acılarımızı kat
be kat artırdı. Ama biz biliyoruz ki mazlumların ahı
büyüktür. Biz biliyoruz ki masumların kanları üzerine
kurulu hiçbir saltanat, hiçbir hükümranlık ayakta duramaz.
Biz biliyoruz ki, Allah zalimleri sevmez. Biz biliyoruz ki,
Allah zalimleri hidayete erdirmez.
Kardeşlerim, hiçbir dünyevi hırs, çıkar ve siyaset,
bir insanı yaşatmaktan daha değerli olamaz. Masum
insanları katledenler, bu duruma maddi ve manevi destek
verenler, gerçekte bütün bir insanlığı katletmişlerdir. Er ya
da geç bu dünyada cezalarını bulacakları gibi ahirette de
büyük bir azap şüphesiz onları beklemektedir. Dünyada
kazandıkları hiçbir şey onları bu can yakıcı azaptan
kurtaramayacaktır. Kötü bir son onları beklemektedir.
Değerli Kardeşlerim!
Şartlar ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin,
dünyanın neresinde olursa olsun, hangi gerekçe ile
yapılırsa yapılsın, dini, ırkı, rengi ve coğrafyası ne olursa
olsun Müslüman, her zaman zulmün ve zalimin karşısında,
mazlumun ise yanında yer almalıdır. Zulme şahit olan
herkes, en az zulme uğrayan kadar zulme karşı durmalıdır.
Kur’an-ı Kerim, değil zulme razı olmayı, zulmedenlere
meyletmeyi bile yasaklamıştır. O halde Müslüman, zulmü
alkışlayamaz, zalimi asla sevemez. Zulme göz yumamaz.
Kanayan bir yara gördü mü ciğeri yanar. O yarayı
iyileştirmek için her türlü sıkıntıya göğüs gerer. Fakat
hiçbir zaman “adam aldırma da geç git” diyemez. Her
zaman hakkı tutar ayağa kaldırır. Zalimin hasmı olur,
mazlumun dostu.
Kardeşlerim!
Biz de bugün Hz. Musa’nın, duasında Rabbine söz
verdiği gibi Rabbimize yöneliyor ve söz veriyoruz:
“Rabbim! Bana verdiğin nimetle asla mücrimlere arka
çıkmayacağım.”
3 Sevgili Peygamberimizin duasıyla
Allah’a yalvarıyoruz: “Allah’ım! Zulmetmekten ve
zulme uğramaktan sana sığınırım.”4
Allah’ım! Mazlum kardeşlerimizin acısını
yüreğimizde hissettir! Bizi zalimlerden yana eyleme! Bize
basiret ver, feraset ver! Bütün Müslümanları,
vicdanlarından mahrum eyleme! Bizi vicdansızlarla
beraber eyleme! Bizi zulme, haksızlığa ve hukuksuzluğa
karşı suskun kalanlardan eyleme!
Allah’ım! Mısır’da ve dünyanın muhtelif
yerlerinde katliamlarda hayatını yitiren kardeşlerimize
rahmet eyle! Yaralanan kardeşlerimize acil şifalar ihsan
eyle! Müslüman kardeşlerimize içinde bulundukları zor
durumdan bir an evvel kurtulmaları için yardım eyle! Şu
mübarek Cuma günü hürmetine dualarımızı kabul eyle!
1 Hûd, 11/113.
2 Buhârî, Mezâlim, 8; Müslim, Birr, 57.
3 Kasas, 28/17.
4 Ebû Dâvûd, Vitr, 32; Nesâî, İstiâze, 14.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
ORJİNALİ İÇİN TIKLATIN...
TARİHİ: 16/08/2013
MAZLUMUN AHI, TİTRETİR ARŞ-I RAHMAN’I
Muhterem Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz,
“Zulmedenlere asla meyletmeyin, yoksa size de ateş
dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra
size yardım da edilmez.”1 buyuruyor.
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber
Efendimiz (s.a.s), “Zulüm, kıyâmet günü (sahibini
saran) karanlıklar (olacak)tır”
2 buyuruyor.
Kardeşlerim!
Kur’an-ı Kerim’in en çok üzerinde durduğu
kötülüklerden biridir zulüm. Bütün peygamberlerin tevhid
mücadelesi, aynı zamanda insanların onurunu, izzetini,
şerefini ve haysiyetini ayaklar altına alan her türlü baskı ve
zulmü ortadan kaldırmaya yönelik olmuştur.
Zulüm, haddi aşmaktır. Hak ve hukuk
tanımazlıktır. Adaletsizliktir, haksızlıktır. İnsanı insan
yerine koymamaktır. İnsan haklarını, kul hakkını en büyük
ihlaldir. Bu sebeple zulüm, hem bu dünyada hem de
ahirette cezası şiddetli olan büyük bir günahtır. Zalimler
asla kurtuluşa eremeyecektir. Onlar, kıyamet gününde
karanlıklar içinde kalacaklardır. Yollarını
bulamayacaklardır. Çünkü zalimler, dünyada zulmettikleri
insanların hayatlarını karartmışlardır. Onlara dünyayı
zindan etmişlerdir. Mazlumların beddualarını almışlardır.
Şimdi hesap gününde karşılaştıkları zor ve çetin manzara,
mazlumlara yaptıklarının kendi başlarına gelmesinden
başka bir şey değildir. “Zulm ile âbâd olanın ahiri berbad
olur” sözüyle “Alma mazlumun ahını çıkar âheste âheste”
sözü tam da bunu ifade etmektedir.
Zulme yardımcı olanlar ise, Sevgili
Peygamberimizin ifadesiyle Allah’ın gazabına
uğrayacaklardır. Allah, zalimlere yardım edenlerle ahirette
asla görüşmeyecektir. Onlar, yardım ettikleri zalimlerle
beraberdir. Zulme sessiz kalanlara, zulmü görmezden
gelenlere de merhamet edilmeyecektir. Çünkü merhamet
etmeyene merhamet edilmez. Düşünce ve davranışta
zalimlere meyletmek zulümle; hainlere ortak olmak
ihanetle; suçlulara arka çıkmak cürmün kendisi ile
eşdeğerdir. Zalimler karşısında hakkı söylemek en büyük
cihattır. Zalimin zulmünü önlemek hem bu dünyada hem
de ahirette kurtuluşun ta kendisidir.
Kardeşlerim!
Yüzümüzü İslâm dünyasına çevirdiğimizde ne
yazık ki birçok yerde zulmün kara bulutlarını görmekteyiz.
Mazlum kardeşlerimizin feryâd-ü figanlarını işitmekteyiz.
Hem geçtiğimiz mübarek Ramazan ayında hem de
Ramazan Bayramının hemen ardından bu hafta boyunca
Mısır’da binlerce insan katledildi. Bir insanlık suçu işlendi.
Bu acı hadise, hepimizi derinden yaraladı. Acılarımızı kat
be kat artırdı. Ama biz biliyoruz ki mazlumların ahı
büyüktür. Biz biliyoruz ki masumların kanları üzerine
kurulu hiçbir saltanat, hiçbir hükümranlık ayakta duramaz.
Biz biliyoruz ki, Allah zalimleri sevmez. Biz biliyoruz ki,
Allah zalimleri hidayete erdirmez.
Kardeşlerim, hiçbir dünyevi hırs, çıkar ve siyaset,
bir insanı yaşatmaktan daha değerli olamaz. Masum
insanları katledenler, bu duruma maddi ve manevi destek
verenler, gerçekte bütün bir insanlığı katletmişlerdir. Er ya
da geç bu dünyada cezalarını bulacakları gibi ahirette de
büyük bir azap şüphesiz onları beklemektedir. Dünyada
kazandıkları hiçbir şey onları bu can yakıcı azaptan
kurtaramayacaktır. Kötü bir son onları beklemektedir.
Değerli Kardeşlerim!
Şartlar ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin,
dünyanın neresinde olursa olsun, hangi gerekçe ile
yapılırsa yapılsın, dini, ırkı, rengi ve coğrafyası ne olursa
olsun Müslüman, her zaman zulmün ve zalimin karşısında,
mazlumun ise yanında yer almalıdır. Zulme şahit olan
herkes, en az zulme uğrayan kadar zulme karşı durmalıdır.
Kur’an-ı Kerim, değil zulme razı olmayı, zulmedenlere
meyletmeyi bile yasaklamıştır. O halde Müslüman, zulmü
alkışlayamaz, zalimi asla sevemez. Zulme göz yumamaz.
Kanayan bir yara gördü mü ciğeri yanar. O yarayı
iyileştirmek için her türlü sıkıntıya göğüs gerer. Fakat
hiçbir zaman “adam aldırma da geç git” diyemez. Her
zaman hakkı tutar ayağa kaldırır. Zalimin hasmı olur,
mazlumun dostu.
Kardeşlerim!
Biz de bugün Hz. Musa’nın, duasında Rabbine söz
verdiği gibi Rabbimize yöneliyor ve söz veriyoruz:
“Rabbim! Bana verdiğin nimetle asla mücrimlere arka
çıkmayacağım.”
3 Sevgili Peygamberimizin duasıyla
Allah’a yalvarıyoruz: “Allah’ım! Zulmetmekten ve
zulme uğramaktan sana sığınırım.”4
Allah’ım! Mazlum kardeşlerimizin acısını
yüreğimizde hissettir! Bizi zalimlerden yana eyleme! Bize
basiret ver, feraset ver! Bütün Müslümanları,
vicdanlarından mahrum eyleme! Bizi vicdansızlarla
beraber eyleme! Bizi zulme, haksızlığa ve hukuksuzluğa
karşı suskun kalanlardan eyleme!
Allah’ım! Mısır’da ve dünyanın muhtelif
yerlerinde katliamlarda hayatını yitiren kardeşlerimize
rahmet eyle! Yaralanan kardeşlerimize acil şifalar ihsan
eyle! Müslüman kardeşlerimize içinde bulundukları zor
durumdan bir an evvel kurtulmaları için yardım eyle! Şu
mübarek Cuma günü hürmetine dualarımızı kabul eyle!
1 Hûd, 11/113.
2 Buhârî, Mezâlim, 8; Müslim, Birr, 57.
3 Kasas, 28/17.
4 Ebû Dâvûd, Vitr, 32; Nesâî, İstiâze, 14.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
ORJİNALİ İÇİN TIKLATIN...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)