6 Eylül 2013 Cuma

13.09.13 İSTANBUL CUMA VAAZI KONU : HAVF VE RECA

Muhterem Müminler!
Rabbimize karşı kulluğumuzu ifa ederken şu iki duygu çok önemlidir. Bunlar Kur’an-ı Kerimin ifadesiyle havf ve recadır. Havf: Allah’ın azameti karşısında ürperme, korkma; reca ise rızasına, rahmet ve mağfiretine mazhar olmayı ümit etmektir. Yüce Mevla’mız kendisine kulluk ederken bu duygular içinde olmamızı emreder. Kur’an-ı Kerim’de: “Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin”1 buyrularak korku ve ümidin bir arada tutulması öğütlenmektedir. Bu hikmete binaen Hak Teâlâ Peygamberlerini hem müjdeleyici hem de uyarıcı olarak göndermiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahanesi olmasın”2 buyrulmaktadır. Yüce Allah’ın Cebbar, Kahhar, Müntakim sıfatları kalplere korku verirken; Rahim, Rauf, Gaffar Vedüd gibi isimleri de gönülleri ümit ile doldurmaktadır.
Aziz Cemaat!
Allah korkusu, insanın isyanı ve itaatsizliği sebebiyle Allah’ın sevgisinden ve rızasından mahrum kalma, ilahi huzurda hesaba çekilme ve azaba uğrama endişesidir. Allah Teâlâ “Ey kullarım! Bana karşı gelmekten sakının.”3“Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.”4 “Şüphesiz iyiler Naim cennetindedirler. Şüphesiz günahkârlar cehennemdedirler”5 buyurarak bizlere sürekli tedbirli ve ihtiyatlı olmayı emretmektedir. İhtirasların ve nefsanî arzuların dizginlenmesinde, günahların ve her türlü kötü işlerin terk edilmesinde, saygınlık ve itibar kazanmada, gönüllerdeki Allah korkusu en önemli etkendir. Merhum şairimiz bunu şöyle dile getiriyor:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır; Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır. Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdân’ın
1A’raf, 7/56
2 Nisa, 4/165
3Zümer, 39/16
4Nahl, 16/93
5İnfitar, 82/13-14
Ne irfanın kalır te’siri kat’iyyen ne vicdanın.6
Değerli Müminler!
Allah’ın azab ve gazabından korkmamız gerektiği gibi O’nun sonsuz rahmet ve merhametinden de ümit var olmamız imanımızın gereğidir. Fıtrat olarak günah işleme ve hata yapmaya meyilli olan insanın ebedi saadeti ancak Yüce Allah’ın rahmeti sayesinde mümkündür. Rahmeti her şeyi kuşatmış olan Rabbimiz, kullarına karşı engin şefkat ve merhamet sahibidir. Hatadan dönüldüğü ve affı istendiği takdirde kendisine şirk koşulması hariç affetmeyeceği günah, bağışlamayacağı suç yoktur.
Bu hususta Kur’an-ı Kerim de şöyle buyrulmaktadır : “De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”7 Peygamber Efendimiz (s.a.v) de Allah’ın kullarına olan şefkatinin bir annenin çocuğuna olan şefkatinden daha fazla olduğunu müjdelemektedir.8 Rahmeti gazabını geçmiş olan Rabbimiz kendisinden af dileyenler hakkında şu müjdeyi vermektedir: “Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonrada Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı çok merhamet edici bulur.”9
Muhterem Müslümanlar!
Havf ve recada, ifrat ve tefritten de uzak durmalıyız. Aşırı korku kişiyi ümitsizliğe düşürür. Aklı ve mizacı bozar, meşru istek ve arzuları bile köreltir. Reca’nın fazlasında ise ihmal ve atalet vardır. İsyan edip itaatten uzaklaşarak Allah’ın rahmeti umulamaz. Bu hususta şu hadisi şerif ne güzel örnektir: “Ölmek üzere olan bir gence Efendimiz (s.a.v): ‘Kendini nasıl buluyorsun’ diye sordu? Ey Allah’ın Resulü, Allah’ın rahmetinden ümidim var ancak günahlarımdan da korkuyorum” dedi. Bu cevap üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulu umduğuna nail korktuğundan emin kılar”10buyurdular. Hutbemi Sevgili Peygamberimizin bir duası ile bitiriyorum. “Allah’ım! Bize, günahla aramıza engel olacak kadar korkudan hisse, bizi cennete ulaştıracak kadar itaatinden hisse nasip eyle”11

13.09.13 TARİHLİ ELAZIĞ CUMA HUTBESİ GELECEK HAFTA

NAFİLE İBADETLER VE ÖNEMİ

Muhterem Müslümanlar!Biz insanları ve cinleri kendisine ibadet için yarattığını[1] ifade eden Rabbimize karşı yapmamız gereken farz ibadetler olduğu gibi bunun dışında, isteğe bağlı yaptığımız nafile ibadetler de vardır.
Farzlar, hepimizin yerine getirmesi gereken belli kuralları ve zamanı olan ibadetlerdir. Nafileler ise, Allah’a karşı sevgimizi, saygımızı ve O’na olan bağlılığımızı daha da artıran, -riyadan uzak- Rabbimizin rızasını kazanmamızı kolaylaştıran ibadetlerdir.
Değerli Müminler!Nafile ibadetler, Rabbimizle bağımızın güçlenmesini sağlar. Kutsi bir hadiste Peygamberimiz (sav) Allah-u Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu ifade etmektedir: “…Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, daha sevimli bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilaveten işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.” [2] Bizi yaratan ve bizi bizden daha iyi tanıyan Rabbimiz bizleri affetmek, günahlarımızı bağışlamak için bizlerden bir gayret bekliyor. Bizler Rabbimize yaklaşmak için nafilelerle O’na yönelirsek O da bizlere rahmetiyle karşılık verecektir. O’nun rahmetinden ümidimizi kesmeden O’nun istediği adımları atalım. Diğer bir kutsi hadiste Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kulum bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşınca ben ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek geldiği zaman, ben ona koşarak varırım.” [3]Farz namazların öncesinde ve sonrasında kıldığımız nafile ibadetlerden dolayı cennette bize bir köşk verileceğini müjdeleyen Peygamberimiz (sav)[4], farzlardaki eksiklerimizin kusurlarımızın da nafilelerle tamamlanacağını şöyle ifade etmektedir: “Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk amel namazdır. Eğer namazı tam olursa hesabı kolaylaşır ve kazançlı çıkar. Namazı tam değilse hesabı zorlaşır. Şayet farzlarından bir şey noksan olursa Allah Teâlâ: “Kulumun nafile namazları var mı bakınız?” buyurur. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır.”[5]
 Kardeşlerim!Nafile ibadetler Allah katındaki değerimizin yücelmesine vesile olur. Rabbimizin: “(Resûlüm!) De ki: (Kulluk) ve yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?”[6] buyurduğu gibi O’nun katındaki değerimizin artması için var gücümüzle gayret edelim. Varsa kaza namazlarımızı da kılalım.
Bununla beraber bol bol nafile ibadetler yaparak kulluk şuurumuzu canlı tutalım.
O’na olan yakınlığımızı farz ibadetlerin yanında yaptığımız nafilelerle perçinleyelim

06.09.13 İLMİN VE ALİMİN DEĞERİ Elazığ cuma hutbesi

          
Muhterem Müslümanlar!
       Dinimiz okumaya, araştırmaya ve ilme büyük önem vermiş ve bizlerden daima iyi yolda çalışmayı istemiştir. Aynı zamanda bu okumanın usulünü de bize ilk inen ayetlerde şöyle öğretmiştir: “Yaratan Rabbinin adıyla oku, O, insanı bir alakadan(aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku insana bilmediklerini ve kalemle yazmayı öğreten Rabbin, en büyük kerem(lütuf) sahibidir.” (1)
Bilgiyi elde etmek, insanı ve toplumu geliştirip güçlü hale getirmektedir.
Manevi ve maddi alanda ilerlemenin ve kalkınmanın yolunun ilim tahsilinden geçtiğini çok açık bir şekilde görmekteyiz. Bu husus günümüz dünyasındaki gelişmeler karşısında daha iyi anlaşılmaktadır. Nitekim teknolojide, fende ve ekonomik alanda ilerlemiş milletlerin bilgiyi elde etme ve üretmede de önde geldiğini biliyoruz.

       Değerli Müslümanlar!
     İslam’da insanın en yüce mertebeye ulaşabilmesi için faydalı ilim öğrenmek ve öğretmek ibadet olarak kabul edilmiştir. Bilginin insanı yücelteceği, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir. “Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.”(2), “Hiç (gerçeği) bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(3), “Biz insanlara misaller veriyoruz. Bunu ancak ilim sahibi olanlar (tam olarak) kavrayabilirler.”(4), “...Kulları içerisinde ancak bilenler Allah’a karşı derin saygı duyar…”(5) Peygamber Efendimiz(sav)’in: “Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırmıştır.” (6) “Âlimler Peygamberlerin varisleridir.”(7) “Alimin abide(ibadet edene) karşı üstünlüğü ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir.”(8)  bir kısım hadislerinde de ilmin ve alimin ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Atının ayağından padişahın kaftanına sıçrayan çamuru temizlemeye çalışan Şeyh’ül-İslâm İbn-i Kemal’e: “Dokunmayın! Bir alimin atının ayağından sıçrayan çamuru kaftanımda taşımak benim için şereflerin en büyüğüdür.” diyen Yavuz Sultan Han’ın bu asil davranışı ilim adamına ve ilme verilen değerin bariz bir örneği değil midir?

        Değerli Müminler!
        O halde ilmin ve âlimin kıymetini bilelim. Her işimizde ilmi, doğru ve faydalı bilgiyi rehber edinelim. İyi bilelim ki insan ve toplum ancak gerçeği gösteren ilimle yükselir ve payidar olur. Gerek ferdi ve gerekse toplumsal düzeyde ilme giden yolları açma ve ilmin önündeki engelleri kaldırma gayreti içinde olalım. Hem kendimizin hem de kız olsun erkek olsun çocuklarımızın ve gençlerimizin ilim öğrenmeleri için bütün imkânlarımızı seferber edelim. Aydınlık yarınların, bugünden imanlı, bilgili, erdemli, donanımlı ve saygılı nesillerin yetiştirilmesine bağlı olduğunu unutmayalım.
Muhterem Müslümanlar!
İlmin de bir gayesi vardır. Hutbeme Yunus Emremizin şu özel sözleriyle son veriyorum:

İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir;
Sen kendin bilmezsin,
Ya nice okumaktır.

Okumaktan murat ne?
Kişi Hak'kı bilmektir,
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru ekmektir.

Yunus der ki ey hoca!
İstersen var bin hacca,
Hepsinden iyice,
Bir gönüle girmektir.

KAYNAK
1- Alak, 1-5
2- el-Mücadele 58/11
3- Zümer, 39/9
4- Ankebut, 29/43
5- el-Fatır, 35/28
6- Müslim, “Zikr” 39
7- Ebu Davud, “İlim” 1
8- Tirmizi, “İlim” 19

Yasin Sungur
Hanevleri Köyü İmam Hatibi